Bazen Olmaz Kitabından Notlar

Bazen Olmaz…

İngiltere’de çalışmalar yapan bir bilim insanı diyordu ki: “Herkes başarılarıyla dolu bir CV hazırlıyor, ben ise başarısızlıklarımın olduğu bir Başarısızlık CV’si hazırladım. Başarıların arkasında ne kadar başarısızlık var onu yansıtmak istiyorum.” İnsanların “bazen olmaz”ları çok değilse, çok güzel “bazen olur”ları ortaya çıkmıyor sanki.

Gelelim şimdi Bazen Olmaz kitabına. Sürekli “Bazen Olmaz” dediğim günlerde bir baktım ki Kronik Kitap’tan yeni bir kitap çıkmış. Tam aradığım kitap diyerek hemen gidip aldım. 2017 Temmuz ayında Güney Kore’ye 10 günlük bir gezimiz vardı ve bu kitabı da yanımda götürdüm. İlk gün Seul’e iniş yapıp 6 saatlik Busan otobüsüne bindiğimde bu kitaba bir başlayayım dedim ve bu kitap o yolculukta hemencecik bitiverdi. Şimdi sizlere bu kitaptan altını çizdiğim yerleri, notlarımı aktaracağım. Bana çok katkısı olan bu kitabı umarım ilk fırsatta alıp okursunuz. Sevgiyle kalın.

ADNAN DALGAKIRAN (Kronik Kitap Adına)

Hayatta asıl meselenin “yolculuk” olduğuna ve bu yolculuğun anlamlanması için bir hedefe ihtiyaç duyduğumuza inanıyorum.

Hedefe vardığınızdaki haz kısa ömürlüdür. Anlamlandırabildiğiniz bir yolculuğun hazzı ise tüm yol boyunca size eşlik eder.

CEM YILMAZ

Hayat ahkam kesmek için çok kısa

Benim size anlatmaya niyetlendiğim en belirgin çöküşlerimden biri, en büyük hayalim olan müzisyenlik maceram. Karşınızda başarısız bir müzisyen var. Çocukluğumda en büyük hayalim müzisyen olmaktı.

Peki insanın çok arzusu olup kabiliyetinin sınırlı olduğu alanlar da var mı acaba? diye sorardım kendi kendime. Sağ olsun Yaradan onu da yaşatmak için müzikle ilgili bir haz vermiş, gerisini de koyuvermiş! :))

Evrensel standartlarda yapmıyorsan yapmamak daha iyidir.

Başarı meselesi yolun tamamlandığı hissini veriyor. Başarı grafiği dediğimiz şey hep yukarıya giden bir çizgi halinde gösterilmiştir. Çok zehirli bir durum. Mesela bir tane daha zehirli tarif var: Hayat merdivenlerini çıkarken insanlara iyi davranalım, sonra yine o insanlarla karşılacağız. Bunların hepsi yanlış tarifler. Çünkü bir yerden bir yere gidilmiyor. Hayatta hiçbir yere gidilmiyor. Mesela şu da var, zirvedeki yalnızlık. Yani kendinin yukarı gittiğini zannedip, diğerlerinin bir yerde kaldığını zannediyor bu arkadaşlar! Ben bu insanlara sormak isterim; Size navigasyonu kim verdi arkadaşım? Kimin nereye doğru hareket ettiğini nereden biliyorsunuz? Bütün bunlar olurken 5 bin yıl sonra hala konuşulan Buda, bir ağacın altında sabit oturmuştu, oradan da mı bir ders yok? Yolculuk, mesafe, piramit, yukarı yönler, zirveler, bunlar tarif için çok güzel ama bir taraftan da zihinde kafes oluşturuyor. İlla bir yere gidilmesi ya da bir yere çıkılması lazım hissi veriyor. Zehirli olan tarafı da şu; bütün bu klişeler insanın çok yanlış şeylere kıymet vermesine sebep oluyor.

Sahneye çıkıp komik şeyler anlatmak isterdim, anlatıyorum. Film yapmak isterdim, yapıyorum. Güzel arkadaşlarımla film yapmak isterdim, o da tamam. Bunların mutluluğu bana yetiyor. Benim başka bir yolculuğum yok ki. Ben başarı denen şeyi böyle kodlamışım. Benim hakikaten kariyer üzerine mücadelem çok az. “Çok yoğun çabalarla onu yaptı, çok çalıştı, çok denedi ve zirveye ulaştı” Yok böyle bir şey! Ben, yapabildiğim zaman yaptım.

İnisiyatifin olmadığı, kendinde olmadığın anlardır rezil olmak. Kendindeysen rezil olunacak bir durum yok.

Birinci kural şu; vadettiğiniz şeyin arkasında durmanız lazım. Diyelim ki Da Vinci ile çalışıyoruz ki kendisi gerçek bir dahi… Gidiyoruz yanına, “Ustacım bir köprü yapmamız lazım, bir plan çizer misiniz?” Şöyle diyor, “Çocuklar merak etmeyin, ben bir dahiyim.” İkinci gün gidiyorsunuz Da Vinci’nin yanına. Tekrar soruyorsunuz. “Oğlum merak etmeyin ya, bende.” Bu şimdi kişinin karşısında Da Vinci olmasıyla içinin ferahlayacağı, kafası rahat bir şekilde oradan ayrılabileceği bir durum. Demek ki kendi alanında Da Vinci olmak diye de bir durum var. Ya da en azından, vaadinizin altını doldurmanız lazım.

Kim milyar dolarlık bir şirketin her sene yeniliklerini anlattığı sunumunu bir blue jean ve spor ayakkabı giyen patronunun yapacağını tahmin ederdi? Kim bunu gördü, hayal edebildi? Hiç kimse.

Bizim memleket, insanı çabuk yaşlandıran bir yer. Bize özgü bir durum. Çabuk yaşlandırıyor, çabuk küstürüyor insanları. Bunu engellemek lazım.

Zirvedeki insan yalnızdır muhakkak ama onu kara kara düşündüren şey şu olmalı, “Niye çıktın oraya?”

Zirveye çıkanlar bir de bu şablonları kendi hayatlarına giydirip “Biliyor musunuz zirvede çok yalnızım, üşüyorum.” diyor. Hayır, üşümenin sebebi zirve değil, salaklık, belli ki üzerine kalın bir şey almamışsın. Zirvede ne işin var senin?

Fazla şey biliyorum, numarası yapmanın kişinin ne kendine ne de etrafına faydası var.

Etrafınıza şu hissi vermeniz lazım, “Merak etme, ben aç kalmam.” Aç kalacak birisi gibi davranırsan öyle muamele görürsün. Sahip olmaya çalışırlar.

Bir şeytanlık düşünüyorsun bu senin ağzından “iyi niyetimden kaybettim”e dönüşüyor. İyi niyetinden kaybeden hiç kimse görmedim, 45 yaşına geldim, hiç öyle birisini görmedim. Yok öyle bir şey.

“Ben senin için saçımı süpürge ettim” demek saçımı süpürge etmedim demektir. Bunu söylüyorsun demektir.

Hayatı seviyorum ben zorluklarıyla. Herhangi bir yere gitme-göçme, buradan daha iyisi var hissiyatıyla telaşlanma vs. Hiç böyle dertlerim yok.

MUHTAR KENT

Hayatta en önemli şeylerden biri psikolojik gelir…

Üniversite tamamen sosyal ilişkilerin ön planda olduğu bir yer. Yani sadece ders ve diploma değil. Esas sosyal boyutu çok önemli üniversitenin, insanlarla tanışmak, ilişkiler kurmak…

Yöneticiler işi doğru yapar. Liderler ise doğru işi yapar.

Ben Coca-Cola’ya da insan alırken bu vasfına bakıyorum. Mumbai’de de Münih’te de rahat yaşayabilen, çok kültürlü, uyum yeteneği yüksek insan. Bu da ancak insanın çocukken ve gençliğinde birçok kültürle iç içe olmasıyla sağlanan bir özellik. Ama diyelim ki adam Teksas’ın Lubbock köyünden hiç çıkmamışsa, pasaport almamışsa, 60 yaşında gidip de Ortadoğu’ya yerleşirse tabii ki de başaramaz.

Gittim Atlanta’ya, görüşmede “Ağır vasıta ehliyetin var mı?” dediler. “Yok” dedim. “Ama kamyonda çalışacaksın” dediler. Bir sene kamyonda çalıştım, plasiyer olarak. Hayatımda yaptığım en iyi şeydi şirkette kamyonda çalışarak işe başlamak.

Şu olacağım, bu olacağım diye yola çıkmayın. Sadece verilen işi çok iyi yapın.

Bence liderlik için en önemli olgulardan biri yanlış da olsa karar verebilmek. Sonuçta bir ortalama önemli, doğru karar verme ortalaması. Hiçbir zaman yüzde yüz değil bu, oran ne kadar yüksekse o kadar iyi bir lider oluyorsunuz. Ama karar vermeden asla lider olamazsınız. Sonuçta liderin yaptığı tek şey karar vermek. Ben bütün hayatım boyunca hep karar vermişimdir.

Rüzgarı daima yaratmak durumundasınız. Her sabah, her gün… Hep baştan yaratmak durumundasınız. Yoksa rüzgar çok çabuk duruyor. Üstelik zamanla yarışarak yapacaksınız bunu.

Metamorfoz geçiriyor dünya. Eskiden dönemler vardı, işte üç sene beş sene dolar kuvvetlenir, ondan sonra gelişmekte olan piyasaların paraları değerlenir. Üç beş sene gayrimenkuller artar, üç beş sene düşer, böyle dönemsel tahminler vardı. Bunların hepsi bitti.

Yanlış karar verdiğim işler de çok. Anlatayım birini. 14 milyar dolarlık bir kahve şirketi vardı, hatta belki 18 milyar dolarlık, adı Keurig. Biz bu şirketin yüzde 20’sini satın aldık. Amacımız evde içecek üretecek bir iş kurmaktı. Kahve ve kahve makineleri gibi düşün. Ufak kapsüller halinde Coca-Cola ve diğer markalarımızı tüketicilere sunacaktık. Yönetim kurulunu buna ikna ettim ama iş olmadı mesela. Yapamadı Keurig, olmadı Keurig Cola. Neyse ki para kaybetmeden, hatta değerinin de üstünde Hollandalılara sattım hisseyi. Risk almıştım, riski yönettim. Önemli olan da bu. Sürekli yeni kararlar verebilmek, risk alabilmek, durmamak bu işlerde çok mühim.

Bugün Apple, Coca-Cola’dan daha değerli bir marka. Sizce geleceğe hangisi kalacak? – O soruya hep şu cevabı veriyorum, “Yüz sene sonra görüşürüz.”

Kaçırdığım işlerden de bahsedeyim. Amerika’da her sene Temmuz ayında yapılan bir konferans vardır, Sun Valley Allen Konferansı. Amerika’nın ve dünyanın en büyük isimleri, Bill Gates’ten tutun da Warren Buffet’e kadar 500 kişinin eşleriyle katıldıkları bir haftalık çok özel bir toplantı. Eski politikacılar, eski bakanlar, CEO’lar, girişimciler, herkes orada… Senede bir kere yapılıyor, ailenizi ve çocuklarınızı da götürebiliyorsunuz… Sanırım 2009 yılıydı, ben de ailemle beraber oradaydım. Oğlumuz galiba 17 yaşında falan, o da bizimle geldi. Toplantıda yeni iş fikirleri de dinleniyor, sonra bu büyük yatırımcılar akıllarına yatarsa para koyuyorlar bu işlere. O sene, sahnede Travis Kalanick var, Uber’in kurucusu, onu dinliyoruz. O gün sadece 1 dolar yatırsaydım, bugün o 1 dolar 67 dolar olacaktı, düşünün! 1000 dolar yatırsaydım, 67 bin dolar. 10 bin dolar yatırsaydım, 6.7 milyon dolar! Peki ben ne yaptım? Dedim ki “Bu adam hiçbir şey yapamaz, batar.” Hatalı bir karardı işte.

Ekip çok önemli, ben hep şöyle söylerim: “Coca-Cola’nın sihirli formülü sır gibi saklanan özü değil, Coca-Cola’nın sihirli formülü insanları.” Buna çok inanırım. Coca-Cola’nın insanlarıdır Coca-Cola’yı yapan. Çok değişik bir özveriyle çalışan ve sürekli bir şekilde kendini motive eden bir gruptur bizim çalışanımız.

Hayatta en önemli şeylerden biri, psikolojik gelir. Herkesin yeni şeyler öğrenmeye, büyümeye ihtiyacı var. Sadece kişilerin değil, ülkelerin de ihtiyacı var. Muhakkak, her gün yeni bir şey öğrenmesi lazım insanın, öyle bir ortamı yaratması lazım kendisine.