Bugün size şimdiye kadar niye okumamışım ki diye hayıflandığım bir kitaptan söz edeceğim: Ermiş..
Ermiş Halil Cibran’ın en fazla bilinen eserlerinden birisi. Kitaba geçmeden önce Halil Cibran’dan biraz bahsetmem gerek. Kendisi Lübnan asıllı Amerika’lı yazar, şair ve ressam. İlköğrenimini Beyrut’ta tamamladıktan sonra ailesiyle birlikte Lübnan’dan Boston’a göç etmiş.Resim bilgisini geliştirmek için 1908-1910 yılları arasında Paris’te yaşamış. 1912’de New York’a yerleşerek kendini Arapça ve İngilizce edebi denemeler, öyküler yazmaya ve resim yapmaya adamış. ABD’de ölmesine karşın vasiyeti üzerine Lübnan’a gömülmüş. Kendisini saygıyla anıyorum..
Gelelim Ermiş’e..
Ermiş, insanı tüm yönleriyle ele alan, güldükten sonra ağlamanın da geleceğini haber eden, düştükten sonra kalkmanın da olacağını bildiren, aslında hiç ağlamadan ya da hiç zorluk çekmeden bir hayat yaşamanın eksik ve kadük kalacağını bildiren bir eser. Hayatı tüm yönleriyle kabullendikten sonra bütün bunların üzerine yükselebiliyorsanız işte o zaman özgürlüğe ulaşacaksınız diyen bir kitap.
Halkın sorularına cevap veren Ermiş, onlara aşkı, evliliği, sevgiyi, suçu, suçluyu, ölümü, yaşamı, güzelliği, iyiyi, kötüyü ve daha pek çok konuyu etraflıca anlatır. El Mitra isimli bir kadının sorularına cevap vermeyle başlar ve onun sorularıyla da veda eder o kente. Kitap, içimize bir yolculuk yapmamızı söylüyor. Düşünmeye, dinginliğe ve derinliğe götüren cümlelerle sizi kendinizden geçiriyor. Daha fazla uzatmadan kitapta altını çizdiğim satırları aşağıya almak istiyorum:
“Bu benim hasat günümse eğer, tohumu hangi anımsanmayan mevsimlerde, hangi tarlalara ekmişim?”
“Bu hep böyledir, sevgi kendi derinliğini bilmez ayrılık vakti gelip çatana kadar.”
“Aşk sizi çağırdığı zaman, onu izleyin… Yolları zorlu ve dik olsa da.
Kanatları sizi sardığı zaman, ona teslim olun. Tüyleri arasına gizlenmiş kılıç sizi yaralayacak olsa da. Hem aşk sizinle konuştuğu zaman, ona inanın. Bahçeyi tarumar eden kuzey rüzgarı gibi darmadağın etse de düşlerinizi sesiyle.
Çünkü aşk taçlandırdığı gibi çarmıha da gerer sizi. Hem besler, büyütür hem de budar sizi.
Yücelerinize tırmanıp, okşar sever güneşte titreyen en körpe dallarınızı. Derken inip köklerinize, sarsar toprağa sıkı sıkıya tutunuşlarını.
Mısır demetleri gibi derer sizi aşk. Harman yerinde dövüp çırılçıplak bırakır. Kabuklarınızı elemek için kalburdan geçirir. Apak edinceye kadar öğütür sizi. Yumuşayana kadar yoğurur; sonra da atar kutsal ateşine, Tanrı’nın kutsal şölenine kutsal ekmek olasınız diye.
Aşk bütün bunları, yüreğinizin sırlarına ermeniz ve bu bilgiyle Hayat’ın yüreğinin bir parçası olabilmeniz için yapacaktır.
Fakat eğer korkularınızda sadece aşkın huzurunu ve hazzını aramaksa muradınız… o zaman çıplaklığınızı örtüp aşkın harman yerinden çıkın daha iyi. Girin güleceğiniz ama doyasıya gülemeyeceğiniz, ağlayacağınız ama bütün gözyaşlarınızı dökemeyeceğiniz o mevsimsiz dünyaya.
Kendinden başka bir şey vermez aşk ve kendinden başkasından almaz. Ne sahip olur aşk ne de sahip olunmak ister. Çünkü aşka aşk yeter.”
“Malınızdan mülkünüzden verdiğinizde pek fazla bir şey vermiş sayılmazsınız. Gerçekten vermek kendinden vermektir.”
“Yokluk korkusu yoksunluğun bizzat kendisi değil midir? Kuyunuz suyla doluyken çekilen susuz kalma korkusu değil midir asıl giderilemez susuzluk?”
“Veririm ama sadece hak edenlere, dersiniz sık sık. Ne meyve bahçelerinizdeki ağaçlar böyle der ne de çayırlarınızdaki sürüler. Onlar yaşayabilmek için verir; çünkü vermekten kaçınmak yok olmaktır.”
“Sonsuza yürüyen yaşam kafilesinin dışında kalmayın..”
“Hayatın çalışmak yoluyla sevmek hayatın en derin sırrına ermek demektir.”
“Size hayatın karanlık olduğu da söylendi ve siz de bezginlik içinde bezginler tarafından söylenenleri tekrarlıyorsunuz. Ben de diyorum ki bir dürtü olmadıkça hayat karanlıktır gerçekten ve bilgi olmadıkça tüm dürtüler kördür. İş olmadıkça tüm bilgiler boşunadır ve aşk olmadıkça tüm işler boştur.”
“Peki aşk ile çalışmak nedir?
Giysinin kumaşını yüreğinizden çekilmiş ipliklerle dokumaktır, giysiyi sevgiliniz giyecekmişçesine. evi muhabbetle inşa etmektir, içinde sevgiliniz oturacakmışçasına. Tohumları sevecenlikle ekmek ve hasadı sevinçle kaldırmaktır, meyveyi sevgiliniz yiyecekmişçesine.”
“Aranızdan biri düştüğünde, arkasındakiler için düşmüştür, taşa takılıp tökezlenmeye karşı bir uyarı…
Evet, hem de önündekiler için düşmüştür, ayaklarına daha tez ve sağlam oldukları halde, ayağa takılacak taşı kaldırmayanlar için.”
“Günleriniz dertsiz, geceleriniz eksiksiz ve hüzünsüz olduğu zaman değil. Tam tersine, bütün bunlar yaşamınızı kuşatmışken, çıplak ve tüm bağlardan kurtulmuş olarak hepsinin üzerine yükseldiğiniz zaman özgürsünüz gerçekten.”
“Acınız idrakinizi saran kabuğun kırılmasıdır.”
“Nasıl meyvenin çekirdeği kırılmak zorundaysa, canevinin güneşin altında durması için, siz de acıyı tanımak zorundasınız.”
“Eğer yüreklerinizi yaşamlarınızın gündelik mucizeleri karşısında hayretle dolu tutabilseydiniz, acınız da en az sevinciniz kadar harikulade görünürdü. Ve hüznünüzün kışlarını dinginlikle seyrederdiniz.”
“Fakat yüreğinizdeki bilginin sesine susamıştır kulaklarınız.”
“Dostluk, sevgiyle ektiğiniz ve şükranla biçtiğiniz tarlanızdır.”
“Çünkü kendi sırrına ermekten başka amaç güden sevgi, sevgi değil ileriye atılmış bir ağdır; bu ağa sadece yararsız şeyler takılır.”
“Çünkü enginlerin kuşudur düşünce, kelimelerin kafesinde kanatlarını açsa da uçamaz.”
“Bırakın sesinizden içre olan ses konuşsun onun kulağından içre olan kulağa.”
“Kekelemek bile güçlendirebilir zayıf dili.”
“Ne yazık ki geyikler öğretemiyor kaplumbağalara tez canlılığı.”
“Güzellik şafakla birlikte yükselecek doğudan.”
“Hayatın kalbindedir ölüm.”
“Hayatın ve bütün canlıların tohumu sisler içinde atılır, billur berraklığında değil.”
7 Şubat 2016 Pazar