Nasıl Daha Üretken Olunur? Feel Good Productivity – Ali Abdaal

[Yazıyı podcast olarak dinlemek isterseniz tıklayınız.]

Hepimiz aynı 24 saati yaşıyoruz ama neden bazı insanlar bu zamanı diğerlerinden daha verimli kullanıyor?

Neden bazıları hedeflerine hızla ulaşırken, diğerleri sürekli meşgul ama verimsiz hissediyor?

Acaba başarılı insanlar mı daha mutlu, yoksa mutlu insanlar mı daha başarılı?

Bize, eğer çok çalışırsak başarılı olacağımız ve sonra mutlu olacağımız öğretildi. Eğer o harika işi bulabilirsek, zam alabilirsek, o beş kiloyu verebilirsek, mutluluk da peşinden gelir. Ancak pozitif psikoloji alanındaki son keşifler, bu formülün aslında geriye doğru olduğunu gösterdi: mutluluk başarıyı besliyor.

Bugün bilimsel araştırmalarla harmanlanmış olan bir kitabı ele alacağız.

Feel Good Productivity – İyi Hissettiren Üretkenlik.

Kitabın yazarı Ali Abdaal, İngiltere’de yaşayan bir doktor. Youtube’da içerik üretmeye başladıktan sonra doktorluğu bırakmış ve bir girişimci olarak içerik üretmeye devam ediyor.

Kitapta geçen ilk bilimsel çalışma: Mum Problemi!

Katılımcının sorun çözme becerisini ölçen, Alman psikolog Karl Duncker tarafından 1930’lu yıllarda geliştirilen bir deney.

Katılımcıları ahşap kaplı bir odaya alıyorlar, odadaki masa üzerinde bir mum, kibrit ve bir kutu raptiye var.

Katılımcılardan istenen ise: mumu kesinlikle masaya damlamayacak şekilde duvara sabitlemek ve yakmak.

Bir çok kişi sorunu çözmek için mum, kibrit ve raptiyelere yoğunlaşıyor; çok az kişi, bunu yapmak için raptiye kutusundan yararlanmak gerektiğini anlayabiliyor. Buradaki çözüm, raptiye kutusunu kullanmak ve önce onu duvara tutturmaktır. Buraya kadar olan kısım deneyin ilk ve eski versiyonu.

1975 yılında, bu deneye bir adım daha eklenmiş. Katılımcıları iki gruba ayırmışlar, bir gruba deneye başlamadan önce şeker vermişler ve mutluluk hormonlarını tetiklemişler. Diğer grup ise direkt odaya alınmış.

Deney sonucunda şeker yiyen katılımcıların sorun çözmede çok daha başarılı oldukları gözlemlenmiş.

Katılımcılar kendini daha iyi hissettiğinde, sorun çözme becerileri ve üretkenlikleri artmış.

2005 yılında bir grup psikiyatrist 275.000 kişi üzerinde deney yaparak şu sonuca ulaşıyor: başarı bizi daha mutlu yapmaz; tam aksine, pozitif duygular içerisinde olmak insanı daha başarılı yapar.

Mutlu ve pozitif duygular içerisinde olan kişilerin genellikle daha üretken, verimli ve başarılı oldukları ortaya konmuş.

Sonuç olarak kendimizi iyi hissetmek, enerjimizi artırıyor, stresimizi azaltıyor ve yaşamımızı zenginleştiriyor.

“Pozitif duygular, insanı harekete geçiren arabanın yakıtı gibidir.” diyor Abdaal.

Enerjimizi arttırmak için 3P’yi, “Play, Power ve People” kavramlarını kullanmamızı tavsiye ediyor.

İlki Play yani Oyun!

Araştırmaların çoğu, oyunun bizi daha üretken hale getirdiğini ve psikolojik olarak rahatlattığını söylüyor.

Nobel ödüllü bilim insanları, oyunu ve oyunlaştırmayı çalışmalarına dahil ettiklerinde daha başarılı olduklarını söylüyorlar.

Bunlardan biri de Richard Feynman!

Richard Feynman’ın yaşamında ve çalışmalarında oyun ve oyunlaştırma, çok önemli bir rol oynamış.

Fizikten ve verdiği derslerden sıkıldığı bir gün üniversitenin kantininde otururken, bir öğrencinin parmağında tabak çevirdiğini görmüş ve dikkat kesilmiş. Tabağın üzerindeki logonun salınımını gözlemlemiş ve aklına yeni fikirler gelmiş. Bunu hemen gidip hocasına söylediğinde, bu ne işine yarayacak ki diye yanıt almış. O da bu beni eğlendirdi ve fiziği, salınımı bu tarz eğlenceli şeylerle anlatacağım diye karar vermiş.

“Nobel ödülünü aldığım diyagramlar ve tüm başarılarım tabak sallanmasına dayanır” diyor kendisi.

Feynman, işin içine oyunu dahil ederek başarıya ulaşanlardan sadece biri.

Peki oyun harici enerjimizi neler artırabilir?

Bunlardan bir tanesi: Macera oluşturmak!

2020 senesinde New York Üniversitesi’nde yapılan bir araştırmada, 130 deneğin günlük yaşamları bir kaç ay boyunca takip edilmiş ve onlara gittikleri yerlere göre kendilerini nasıl hissettikleri sorulmuş.

Cevaplar şunu gösteriyor, günlük bir rutini takip edenler, (ev – okul – iş) bu rutinlerinden ayrıldıkları zaman kendilerini daha keyifli, rahatlamış ve heyecanlı hissetmişler.

Örneğin işe farklı bir yoldan giden, ya da farklı bir marketten alışveriş yapan, daha önce gitmediği bir kafeye giden, ofiste veya evde çalışmak yerine değişik bir kafede veya kütüphanede oturup çalışanların daha üretken olduğu, macera ve keşif ruhuyla yeniliklere daha açık olduğu belirlenmiş.

Yani macera içeren bir yaşam, olumlu duygular yaşamanın önemli anahtarlarından biri.

Enerjimizi artıracak ikinci şey: Merak!

Merakı yıllar önce bir hocam şöyle anlatmıştı; beynimizde yaklaşık 86 milyar nöron var ve bunların bir kısmı her sabah merak etmemiz, yeni bir şeyler öğrenmemiz için hazır kıta bekliyorlar. Ama biz yeni bir şeyler öğrenmediğimizde günü boş geçirip bekliyorlar ve ölüyorlar. O yüzden her gün biz sadece merak edip yeni şeyler öğrenelim diye bekleyen nöronlarımızı yalnız ve işsiz bırakmayalım!

Merak duyduğumuzda, o konuları, ileride %30 daha fazla hatırlıyormuşuz.

Ayrıca merak ettiğimiz konularla uğraştığımızda beynimizde dopamin salgılandığı için kendimizi çok daha iyi hissettiğimiz ortaya konmuş.

Her ay farklı bir hobi edinebilir, resim yapmaya veya yeni bir müzik aleti çalmaya başlayabiliriz. Bilim, teknoloji, felsefe, tarih veya antropoloji gibi farklı alanlarda kitaplar okuyabilir veya belgeseller izleyebiliriz. Böylece kendimizi daha iyi hisseder, yeni şeyler öğrenir ve üretkenliğimizi artırmış oluruz.

Enerjimizi artıracak bir diğer yöntem, eğlence ve neşe!

Her ne işle meşgulsek kendimize şu soruyu sorarak başlayabiliriz:

Bu yaptığım şeyi eğlenceli bir şeye nasıl dönüştürebilirim?

Yaptığımız işi arka planda sevdiğimiz bir müzik çalarak yapabiliriz. Hareket etmeyi seviyorsak ve yaptığımız iş elveriyorsa o işi yürüyerek yapabiliriz. Tek başına sıkılıyorsak işin içine başkalarını katabiliriz. İşin içine oyun veya oyunlaştırma dahil ederek süreci daha eğlenceli hale getirebiliriz. İşi veya dersi sıkıcı olmaktan çıkarıp daha neşeli hale getirebiliriz.

Mesela bir derste hocamız, anlatacağı konuları ve yapacağı sınavları Kahoot uygulaması ile yapıyordu. Hem kendisi hazırlarken eğlendiğini, hem de biz öğrenciler öğrenirken ve sınava girerken neşeyle giriyorduk. Buna benzer işin içine eğlenceyi ekleyebiliriz.

Bir diğer yöntem: sonuçlardan ziyade, sürece odaklanmak!

Bazen sonuçlara o kadar odaklanırız ki sürece de süreçteki her şeye de kör kalırız.

NBA’de 11 şampiyonluk kazanmış efsane koçlardan Phil Jackson diyor ki:

“Kazanmaya takıntılı olmak, kaybedenlerin oyunudur.”

Benim de çok sevdiğim ve sürekli tekrar ettiğim, Yılmaz Erdoğan’ın bir şiirinden şu söz var: Yol Güzel Varmak Değil!

Varmanın da güzelliği var tabii ki ama yola odaklanmak, kazanmaya takıntılı olmamak gerekiyor.

Aziz Sancar, akademik çalışmalarına başlarken amacı Nobel Ödülünü kazanmak olsaydı, sonuca odaklansaydı, o ödülü muhtemelen kazanamayacaktı. O, yaklaşık 40 yıl boyunca hasar gören DNA’lar kendisini nasıl onarıyor üzerine çalışmalarını yaptı ve ödül kendiliğinden geldi. Ödül gelmeseydi de o çalışmaları yapmaya değerdi.

Dağa tırmanmanın en güzel noktası zirveye ulaşmak değil, yolda keşfetmek, öğrenmek, terlemek, üşümek, çay-kahve içmek, muhabbet etmek. Zirveye de ulaşırsanız tabii ki daha güzel olur ama ulaşamasanız da tırmanmanın kendisi güzeldir.

İşlerimize, derslerimize, sınavlarımıza ve hayata da bu şekilde bakarsak, sonuç yerine sürece odaklanırsak daha iyi hissedeceğimiz ve daha başarılı olacağımız bilimsel çalışmalarla ortaya konmuş.

Akış: Mutluluk Bilimi isimli kitabın yazarı Mihaly Csikszentmihalyi, (soyisminin söylenişini çok seviyorum, bi daha söyleyeceğim:) Mihaly Csikszentmihalyi, kendimizi sürece kaptırdığımız zaman, yani akışa geçtiğimiz zaman, ödüle, sonuca odaklanmayıp, o akıştan çok büyük keyif aldığımızı açıklıyor. O kitabı da farklı bir videoda ele almaya çalışacağım.

Bir diğer yöntem, başarısızlığı yeniden tanımlamak!

Aslında başarı, ne kadar başarılı veya başarısız olduğumuzla değil, bu sonuçları nasıl okuduğumuzla ilgili bir şey.

Başarısızlıklarımız sadece bizi yeni bir şeyler daha denemeye davet eden çağrı gibidir.

Başarısızlıkları yeniden anlamlandırabiliriz.

Her başarısız olduğumuzda kendimize +5 puan veriyor olsaydık, kendimizi ödüllendirseydik, her ne yapıyorsak daha fazla denemeye devam ederdik.

Başarısızlığı yeniden çerçeveleyebilir ve dersler alarak kendimizi kötü hissetmeden yolumuza devam edebiliriz. Bunun üretkenliğimize ve başarımıza çok büyük katkıları olacaktır.

Şimdi geçelim ikinci P’ye, Power yani Güç!

Ali Abdaal’ın kitapta bahsettiği güç, başkalarına karşı güçlenmek değil, kişisel olarak güçlenme hissidir. Yani özgüvenimizi artırarak, becerilerimizi geliştirerek, sorumluluk alarak kendimizi daha güçlü hissetmemiz.

Bu şekilde olan gücün, iyi hissetmemize ve üretkenliğimize çok büyük faydası var.

Peki nasıl daha güçlü olabiliriz?

İlk olarak özgüvenimizi artırabiliriz.

Çalışmalar, özgüvenimiz arttığında performansımızın da arttığınız gösteriyor. Özgüveni arttırmak ise öğrenilebilir bir şey.

2014 yılında özgüven ve olumlu geri bildirimler üzerine yapılan bir çalışmada, “Harika gidiyorsun!” gibi genel motivasyonel ifadeler söylendiğinde insanların daha başarılı olduğu gözlemlenmiş.

Bir işi başarabilmenin ilk adımı, kişinin bu işi başarabileceğine önce kendisinin inanmasıdır. Öyle bir söz var: başaracağına inanıyorsan da, başaramayacağına inanıyorsan da haklısın. Çünkü neye inanıyorsan o gerçekleşecek.

Birçok araştırma, kişinin bir konuda kendine olan güveni arttıkça bu konuda daha başarılı olduğunu ortaya koymuş.

Abdaal, özgüvenimizi arttırmanın birkaç yolunu öneriyor:

İlki Güven Değişimi

Kendinize şunu sorun diyor:

“Bu konuda gerçekten kendime güvensem nasıl olurdu?”

Sonra, hissetmeseniz bile kendinize güveniyormuş gibi davranın. Gerçek güveninizi artırmada şaşırtıcı derecede etkilidir.

İkincisi Sosyal Model Metodu

Başkasının bizim yapacağınız bir görevi başarıyla yerine getirdiğini görmek özgüvenimizi artırıyormuş, çünkü bu, bize görevin imkansız olmadığını gösteriyor. Hatta o başaran kişi bize benziyorsa etkisi daha güçlü oluyormuş.

2007 yılında Clemson Üniversitesi’nde yapılan bir deneyde duvar tırmanışı için kişileri iki gruba ayırmışlar, bir gruba başlamadan önce bir video izletmişler. Videoda daha önce o duvara tırmanan kişiler var ve duvara tırmanıp başarıyorlar. Diğer gruba ise bir şey izletmeden başlatıyorlar. Video izleyen grup daha başarılı oluyor.

Kişinin, içerisinde bulunduğu duruma benzer durumda olup da bu durum içerisinden başarı ile çıkan başkalarını görmeleri, duymaları, izlemeleri, öğrenmeleri, kendi performanslarını da artırıyor.

Başkası yapabiliyorsa biz de yapabiliriz!

Güçlenmenin bir başka yolu becerilerimizi geliştirmektir.

Becerileri geliştirmek için ilk olarak;

Şoşin Yöntemi

Bir şeyi yaptıkça, zamanla daha iyi yapmaya başlıyoruz. Özgüvenimiz artıyor ve o işte usta oluyoruz. Ama bu ustalığın kötü yanı ise artık “ben biliyorum” hastalığına düşmek ve işin körü olmak. Yani yeni şeylere açık olmamak.

Burada da Şoşin yöntemini uygulayın diyorlar. Şoşin, japoncada “yeni başlayan zihni” demek. Yani bir işe yeni başlayan birinin gözüyle bakmak. Yeni başlayanlar daha fazla merak eder, daha fazla soru sorar, öğrenmeye, gelişmeye daha açıktır ve yeni bakış açılarına sahiptir.

Yeni başlayan zihni bizi daha fazla denemeye, başarısız olmaya, daha istekli hale getirir ve bu süreçte daha fazla şey öğreniriz. Becerilerimizi artırmak için Şoşin yöntemini uygulayabiliriz. Bazı işlerde dış göze ihtiyacımız olur, çünkü o işle o kadar meşgul olmuşuzdur ki, artık dışarıdan bakamayız, yeni şeyler katamayız ve öğrenme sürecini durdururuz. İşte o dış göz olarak kendimiz yeni başlayan zihni ile yaklaşabiliriz.

Güçlenmenin ve beceri kazanmanın bir diğer yolu, daimi öğrenci olmaktır.

Araştırmalar, bir konuyu, başkalarına öğretmek amacıyla öğrenenler, pasif şekilde öğrenenlerden çok daha iyi bildiğini ve anladığını ortaya koymuştur.

“Qui docet discit. – Öğreten, öğrenir.” diyor Seneca.

Bir konuyu öğretmekte yeterli olmadığınızı düşündüğünüz her seferinde şunu hatırlayın: İnsanlar, en iyi şekilde, ustalardan değil, aynı yola çıkmış ancak kendilerinden biraz daha ilerideki deneyimli yolculardan çok daha iyi öğrenirler; herkes bir rehber olabilir, bunun için o alanın en iyisi olmasına gerek yoktur.

Kitaptaki son P, People yani İnsanlar!

İnsanlar bize nasıl enerji verir ve nasıl bizi iyi hissettirir?

İnsanları enerji verme durumuna göre ikiye ayırmışlar, size enerji veren, sizi motive eden, enerji vericiler ve sizin tüm enerjinizi emen, enerji vampirleri. İkincilerden tabii ki uzak durun.

Yoldaş Zihniyeti

2014 yılında Gregory Walton ve arkadaşları, takım çalışmasının, sadece işi parçalara bölmek değil aynı zamanda ekip üyeleri arasında psikolojik bir boyutu olduğunu da kanıtladılar. Bunun için 35 civarında deneği bir kaç kişiden oluşan gruplara bölüp farklı odalara koydular ve hepsinden aynı bulmacayı çözmesini istediler.

Deney başladıktan bir süre sonra tek tek odaları gezip bulmacanın nasıl çözüleceği konusunda ipucu verdiler ancak bir kısmına bu ipucunun kendileri tarafından verildiği söylerken bir kısmına da diğer grup üyeleri tarafından iletildiğini söylediler. Çözümün ardından grupların deneyimlerini değerlendirdiler.

Bulmacayı, bilim adamlarından ipucu alarak çözen gruplar sıkıcı bir işi tamamlamış şeklinde hissederken, diğer gruplardan aldıkları ipucu sonucu çözen gruplar kendilerini daha büyük bir grubun parçası olarak hissetmiş, bundan mutlu olmuş ve diğer grup üyelerini hayal kırıklığına uğratmamak için ellerindeki işe daha sıkı sarıldıklarını söylemiş ve bulmaca çözümünde daha başarılı olmuşlar.

Dolayısıyla bir işi başka kişilerle paralel bir şekilde yapmak ile birlikte yapmak arasında önemli bir fark vardır.

Zor bir işin altından kalkmaya çalışırken birlikte çalıştığımız insanları rakip yerine aynı amacı yerine getirmeye çalışan ekip üyeleri olarak görmek önemli bir metottur. Mümkün olduğunca, iş veya sınıf arkadaşlarımızı ölümcül rakipler olarak görmek yerine, toplamı bir olan, herkesin birlikte kazandığı ekip arkadaşları olarak görmek ve onlara öyle yaklaşmak daha olumlu sonuçlar veriyor.

Eşzamanlılık

İkinci bir metot ise aynı işi eş zamanda yapan başkalarını bulmak, onlarla birlikte çalışmaktır. Çalışmayı yalnız yapmak kimi zaman insana zor gelebilir, böyle durumlarda üşenmeden, aynı işi yapan başkalarını bulmak, onlarla fiziksel ya da sanal ortamda bir araya gelip, aynı çalışma seansı içerisinde birlikte olmak daha yararlıdır.

Kütüphane salonları ya da etüt merkezlerinde ders çalışmak böyledir; tek başınıza çalışmak içinizden gelmiyor olsa dahi büyük bir salonda sessiz bir şekilde derslerine konsantre olmuş sizin gibi bir çok öğrenciyi görmek çoğu durumda sizin de çalışmanıza yardımcı olur.

Study with me videolarının çokca izlenmesi de bunun göstergesidir.

Yardımcı Olanın Mutluluğu

Araştırmalar göstermiştir ki insan, başkasına yardım edip bir sorununu çözdüğü zaman vücudunda, oxytocin gibi kendisini iyi hissetmesine neden olan bir takım hormonlar salgılanır. Dolayısıyla, tek başına insanın bir başkasına yardım etmesi dahi kendisini doğal yoldan iyi hissetmesine neden olan bir olaydır.

Birinden yardım istemek, onun bizim hakkımızda daha iyi düşünmesini sağlar. Ne yazık ki çoğumuz yardım istemekte gerçekten kötüyüz çünkü insanları “rahatsız etmek” istemiyoruz.

Bu sadece daha az verimli olmakla kalmıyor, aynı zamanda geliştirebileceğimiz bağlantıları da kaybediyoruz. Abdaal, yardım istemede daha iyi olmak için birkaç ipucu öneriyor:

İnsanların sizin düşündüğünüzden daha fazla size yardım etmek istediğini anlayın.

Kişisel olarak yardım isteyin. 2017 yılında yapılan bir araştırma, kişisel olarak yapılan taleplerin e-posta taleplerinden yaklaşık 34 kat daha etkili olduğunu gösterdi.

İsteği bir işleme dönüştürmeyin. Örneğin, “Bana yardım edersen, senin için başka bir şey yaparım” demeyin.

Olumlu nedenler kullanın. Olumsuz ifadeler kullanmak yerine (örneğin, “Sana sorduğum için kendimi gerçekten kötü hissediyorum…”), o belirli kişiye tavsiye için gitmenizin olumlu nedenlerini vurgulayın. Görüşlerine gerçekten değer verdiğinizi düşünürlerse size yardım etme olasılıkları daha yüksek olur.

Bir diğer metod, çevrenizdekilere değişik zamanlarda nazik, destekleyici, ince ve zarif davranmaktır.

Örneğin, işyerinizde kendinize kahve, çay alacağınız zaman yan odadaki arkadaşınıza da sorun, somurtan komşunuzun yanına gidip canını neyin sıktığını öğrenin, dostunuzun moralini düzeltecek bir şaka yapın vb.

Bu tür zamansız ancak destekleyici davranışlar, göreceksiniz ki, diğer taraftan olumlu dönüş aldıkça sizin de enerjinizi yükseltecek, verimliliğinizi artıracak.

Evet 3P’yi, yani oyun, güçlenmek ve insanların üzerimizdeki etkilerini konuştuk. Kendimizi iyi hissettiğimizde daha üretken ve daha başarılı olduğumuzu açıkladık. Kendimizi iyi hissetmemiz için ise birçok metodu birlikte öğrendik.

Sonuç olarak mutlu insanlar, pozitif duygulara sahip insanlar günün sonunda daha başarılı oluyorlar.

Siz de kendinizi daha iyi hissedecek oyunlar üretebilir, merakla yeni şeyler öğrenebilir, yeni yerler keşfedebilir, maceralara atılabilir, becerilerinizi geliştirebilir ve sizinle aynı hayali paylaşan insanlarla bir araya gelebilirsiniz. Bu şekilde daha iyi hissedeceğinize ve daha üretken olacağınıza inanıyorum.

#aliabdaal #üretkenlik #nasıldahaüretkenolunur #feelgoodproductivity #iyihissettirenüretkenlik #üretken #verimlilik #kitap #kitapözeti #beceri #yetenek #oyun #merak #macera #youtube #podcast